Son zamanlarda yapmam gereken şeyleri not etmeye başladım. Telefonumda “yapılacak listesi” oluşturdum ve gün içerisinde sık sık kontrol etmeye başladım. İnternette dolaşırken aklıma gelen, “ya yazsam ne iyi olur” dediğim konuları bu listeye ekledim. En üstte kalan konuyu da bugün ele almak istedim. Konu insanların neden blog okumadıklarıyla ilgili. Uzun uzun yazıp silme işleminden sonra direk bu konudan başlayamayacağımı farkettim. Aklıma gelen soruları alt alta sıraladım.
Neden blog?
Vikipedi‘nin dediğine göre blog, teknik bilgi gerektirmeden, kendi istedikleri şeyleri, kendi istedikleri şekilde yazan insanların oluşturabildikleri, günlüğe benzeyen web siteleriymiş. Bana göre blog, bir kitap yazmaktır. Nasıl bir yazar, kafasından geçirdiği düşünceleri okuyucusunun da bilmesini isterse, bir blog yazarı da paylaşmak istediği konuları kendi takipçilerinin bilmesini ister. Son yıllarda en çok öne çıkan faktördür paylaşmak. Blogu kısaca, düşüncelerinizi hiçbir kesin bilgiye ihtiyaç duymadan, istediğiniz şekilde yazmanızı sağlayan dijital bir defterdir.
Blog yazmamama neden olan şey ne?
Ülke standartlarına baktığımızda pek çok insanın hayatında macera dolu anılar, “yaratıcı” diyebileceğimiz fikirler ya da ilgi çekici durumlar yok malesef. Bu tip eksiklikler insanların kafasında “Blog açmak istiyorum fakat yazacak bir konu bulamıyorum” gibi düşüncelerin dönüp durmasına neden oluyor. Peki blog yazmak için ille de sıradışı konulara mı ihtiyacımız var? Hayır. Sıradan hayata sahip insanların da blog yazmak için binlerce konusu var. Hatta o binlercesinin onlarca satırdan oluşan yazıları ve yine onlarca yazıdan oluşan blogları bile var. Bu insanlar yazmak için bir yerden ilham gelmesini beklemiyor, aksine bir neden bulmaya çalışıyorlar. Sadece bir tane neden. İşte o nedeni buldukları anda yazmaya başlıyorlar.
Peki nasıl buluruz bu nedeni?
Ben de diğer milyonlarca insan gibi sıradan biriyim. Her gün gösterişli olmayan kahvaltımı yapar, işime giderim. Gün içerisinde sıradan gelen işleri otomatiğe bağlarmışçasına gerçekleşmesini sağlarım. Bunları yaparken aklımdan hiç İsveç’teki Flogsta Çığlığı’ı ya da Norveç’teki bisiklet asansörü gelmez. Çünkü aklım hep sıradan şeylerle meşguldür. Eve geldiğimde yemek sohbet derken bir bakmışım ki yine bilgisayarın karşısındayım. Face’in anasayfasında gezerken bazı sitelerden yazılar karşıma çıkar. Onları okurken aklıma şu düşünce takılır:
Her şeyin bir başlangıcı olmalı, yazmanın bile. Bu yüzden ilk önce en iyi bildiğim şeyi, içinde bulunduğum günlük yaşantıyı konu alarak yazmaya başlamalıyım. Sonuçta insan iyi bildiği konularda düşüncelerini akıcı bir dille ifade edebilir.
İşte sana bir neden. Klişe denilen fakat daha onlarca yıl devam edecek olan şey: günlük. İşe günlük yazarak başlayabilirsin. Sıradan bir hayatın var, biliyorum fakat bazen bu sıradanlıklarda bile sonradan farkedebileceğin şeyler çıkabilir. Zaten gününün nasıl geçtiğini yazarken konudan konuya atlayacaksın, biliyorum. O yüzden günlük konuları ele almak, seni istediğin şeye, blog yazmaya itecektir. Gün geçtikçe daha fazla yazmak isteyeceksin. Tabi arada fire vereceğin zamanlar, tembellik yapacağın anlar olacak ama sonunda arkana dönüp baktığında onlarca yazıyı yazmış biri olacaksın.
Ben nasıl başladım yazmaya?
İki yıl önce üniversitenin bana sağlamış olduğu imkanlardan dolayı Avrupa’da bir yıl okuma şansım oldu. O zamana kadar Amerika’da kaldığım aylar hariç hayatımda “ne günlerdi ama!” diyebileceğim bir zaman dilimi yoktu malesef. Yurtdışında okumanın benim için unutulmaz bir anı olacağını biliyordum ve bunu daha da unutulmaz yapabilmek için bir yere yazmam gerekiyordu. O vesileyle blog tutmaya başladım. İlk başlarda Avrupa’ya gitmeden önce yaptığım işleri yazdım. Daha sonra da orada kaldığım süre boyunca başıma gelen bazı olayları yazdım. Her ay mutlaka yazıyordum. Bazı günlerin sıradanlığını, bazılarının da aksiyon dolu anılarını yazıyordum. Bazen siyasetle ilgili şeyleri, bazen de arkadaşlarımla olan ilişkilerimi yazıyordum. Ya sonuç olarak yazıyordum işte. Üşenmeden, vakit kaybıdır demeden yazıyordum.
Beni yazı yazmaya iten düşünce ne?
Avrupa’dan döndükten sonraki yılda da her ay en az bir yazı yazmak suretiyle günlük tutmaya devam ettim. Düzenli olmasa bile en azından ayda bir kez vaktimi ayırıp düşündüklarimi yazıyordum. Ne zaman üşenmeye kalkışsam kendime şunu söylüyordum:
Yazmak zorundasın. Okuyorsun, konuşuyorsun ama yazmıyorsun. Bunun bir ihtiyaç olduğunu unutuyorsun.
Blogumda sadece günlük mü yazıyorum?
Son birkaç aydır günlük yazmakla beraber paylaşmaya değer bulduğum konuları da yazmaya başladım. İlginç olarak nitelendirdiğim bazı konuları yapılacak listemde “yazılacak konular” bölümüne ekledim. Günlük, hatta saatlik olarak kontrol ettiğim yapılacak listemdeki bu konuları gördükçe yazma şevkimi kaybetmiyor, günün en sonunda da bu şevkle oturup yazmaya başlıyorum.
Ne kadar iyi bir blog okuyucusuyum?
Blogumda yazdığım yazılar okunuyor mu bilmiyorum fakat bildiğim tek şey var, o da yazılarımın okunmasını istediğim halde benim başka blogtaki yazıları okumayışım. İnsanlardan bir şeyi yapmalarını beklemek kolay, fakat iş kendimize gelince durum biraz farklı oluyor. Sadece Facebook’ta gezerken karşıma çıkan, bana farklı gelen blog paylaşımlarını okuyabiliyorum. Özellikle adres çubuğuna tıklayıp yazdığım bir blog adresi yok. İşte şuan için bloglarla ilgili en büyük problemimin bu olduğunu düşünüyorum. İyi bir blog okuyucusu olmadan malesef iyi bir blog yazarı olunmuyor. Tabi amacım “iyi bir blog yazarı” olmak değil, “iyi bir blog yazmak”. Bu amaca ulaşabilmek için de bir çok blogu takip etmem gerektiğini biliyorum.
Blog okumak için zaman mı bulamıyorum?
Toplum olarak internet başında yaptığımız tek şey Facebook anasayfamızda göz gezdirdikten sonra tanıdıkların birkaç fotoğraflarına bakıp zaman geçirmek. Sormamız gereken asıl soru şu: önüne gelen her şeyi tırtıklamaya çalışan bir tavuk muyuz, yoksa hedefe kenetlenen bir füze mi? Tabiki tavuğuz. Çünkü zaman harcamaya bayılıyoruz. Bize hiçbir kazancı olmayan şeylere bakmayı seviyoruz. İşte sırf bu yüzden bloglara vakit harcayamıyoruz. O güzelim bilgilerden mahrum kalıyoruz.
İnternette nasıl biri olalım?
Zamanının bir çoğunu Facebook’ta harcamaya devam eden insanlardan ayrılan bir kesim var. Çok uzun zaman önce gelen bir alışkanlık olsa gerek, hala sevdikleri blogların yazılarını takip ediyorlar. Bazılarının paylaşımlarını Facebook’ta gezerken görüyorum. Çeşit çeşit bloglardan paylaşılan farklı farklı konular… Nerdeyse hepsi de sıradışı bilgilerle ilgili. İşte biz de bu insanlar gibi olalım. Sadece Fb’de paylaşılan iletilerle sınırlı kalmayalım. Blogları, haber sitelerini, vikipedi’yi okuyalım. Daha fazla kaynağa ihtiyaç duyalım.
Konudan konuya atlamış olabilirim. Son zamanlarda en çok yaptığım şey. Amacım, bildiğimiz fakat her saat aklımızda tutmadığımız şeyleri hatırlatmak. Umarım yazımın içinden az da olsa bir şeyler kapabilmişsinizdir. Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. İyi de olsa kötü de olsa mutlaka yorum yazın 🙂
2 Yorum
I translated and read your article on Medium. Thanks for sharing this sophisticated write.
Thank you so much Jamiel!
I’ve never expected you translated and read it. It was surprised for me. And also never thought foreigners try to read some articles in Turkish even there is no translated version. Thanks a lot. I appreciate it.
Best regards,
Caner.