Bugün günlerden cumartesi. Yaklaşık bir hafta önce planlanan bir etkinliğin içinde yer alıyormuşum. Tabi bunu önceden biliyordum fakat haftanın beyin yorgunluğu yüzünden unutmuşum. Cuma akşamı dışarıdaydım, pek telefona bakamadım. Arkadaşlar Whatsapp üzerinden yazışmışlar tabi, haberim yok, telefonu takip edemeyecek kadar meşgulüm. Gece bir mesaj geldi.
Yarın sabah saat 9’da Starbucks’da olacaz hepimiz haberin olsun.
Diğer mesajları da okuduktan sonra kafama dank etti. Bu haftasonu Gülek’e gidecektik. Pufff… Aklımdan tamamen çıkmış. Böyle unuttuğum ya da aniden ortaya çıkan planlardan nefret ediyorum. Tamamen kişisel bir şey, arkadaşlarımla ya da başkalarıyla alakası yok, sadece unutmuş olmanın ya da hazır olunamamanın verdiği bir rahatsızlık bu. Akşam “Tamam, orada olacağım” diye mesaj attım. Benim Whatsapp’taki grup mesajlarına yetişemediğimi dünya alem biliyor sanırım. O yüzden bu mesajımın üzerine gruptakiler bir “ohh” çektiler. Tamam, Caner’in haberi var.
Gece uyuyamadım her zamanki gibi. Sanırım saat 5-6 gibi uyudum, tam hatırlamıyorum. Yaklaşık 2 saat sonra uyandım, duşumu aldım, çantamı hazırladım, bir şeyler atıştırdım. Bizimkiler işe giderken saolsunlar beni de bıraktılar. Bir yandan beklerken diğer yandan termosumdaki kahvemi yudumluyordum. Arkadaşlar kısa süre içinde geldiler, bir sorun vardı ama kısa zamanda çözüldü. Sekiz kişi, iki araba yola çıktık.
Şehrin merkezi ile Gülek Yaylası arası yaklaşık bir saat sürüyor. Yol biraz uzun gibi geldi ilk başlarda ama arkadaşların sohbeti sayesinde zaman su gibi akıp geçti. Bir ara bulmaca çözdük, radyo dinledik, sohbet ettik, hooop bir de bakmışız gelmişiz.
Yayla dediğin soğuk olur tabi. Arabanın içindeyken dışardan epey bir soğuk hava dalgasının geldiğini hissettik, yani o derece soğuk hava. İlk başta dolambaçlı yollardan geçtik ve yaylanın çarşısına ulaştık. Öğlen mangal yapılacaktı ve ekmek almamız gerekiyordu. Bir fırının önünde durduk ama kapalı olduğu için başka bir yere gittik. Diğer yerden ekmekleri alırken epey bir bekledik. Soğuk ve taze havayı ciğerlerimizde daha çok hissediyorduk. Dışarıda biraz gezdik, sonra da eve doğru yol aldık. Arabadan indik, arkadaşın babaannesi gülümseyerek bizi karşıladı. Son zamanlarda bizi görüp de bu kadar mutlu olan birini görmemiştik. Şaşırtıcı. Arabaları park ettik, merdivene doğru yürüdük. Evin balkonuna hayran kaldım.
Yol yorgunuyduk, biraz oturup dinlendik. Bayan arkadaşlar sağolsunlar bize hemen birer tane Türk kahvesi yaptı. Kahve içmiştim gelirken ama günün tam ortasında eli ağzında esneyen biri olarak görünmek istemiyordum. Ben de bir fincan istedim. Kahveler geldi… Hem de bol köpüklü!
Kahvemizi yudumlarken sohbet etmeye devam ediyorduk. Bizde sohbet bitmez, konu konuyu açar, kimse susmaz. Bir ara evin üst katından bahsedildi. Konu açılır da görmeye gitmez miyiz, gideriz. Üst kata çıktık. Klasik Karadeniz evleri olur ya ahşaptan, öyle bir görünümü vardı. Hemen balkona çıktık. Çoraplar pert. Manzara sizce de iyi değil mi?
Evin manzarası kesinlikle muhteşem. Daha önce hiçbir açık alanı bu şekilde geniş açıyla gören bir evde bulunmamıştım. Ev, U şeklinde olan yaylanın orta ve üst kısmında yer alıyordu. Bulunduğumuz konumdan diğer evler rahatlıkla görünüyordu. Arka arkaya sıralanan Toroslar’ın görüntüsü etkileyiciydi. Orada oturup, saatlerce doğayı kana kana izleyebilirdim.
Mangal yapmak için epey bir erkendi. Biraz etrafı dolaşalım dedik. Dışarı çıktık, yokuş yukarı yürümeye başladık. Tepede güneş, sıcaklığını pek hissettirmese de ışığıyla gözlerimi rahatsız ediyordu. Güneş gözlüğünü çıkarınca X-Men’deki Cyclops gibi hissediyordum, her an herhangi bir yere gözlerimle ateş edebilirdim, o derece yani, neyse. Selfie çeke çeke yürüyorduk adeta. Selfie merakı olmayan ben, manzarayı görünce fotoğraf çekesim geldi.
Eve doğru yürüdük. Babaannemiz çoktan mangalı çalılarla doldurmuş, yakmaya çalışıyordu. Hepimiz öğle yemeği için imece usulü görev paylaşımı yaptık. Erkeklerin bir bölümü mangal işiyle, diğer bölümü de et işiyle uğraştı. Bayanlar da salata, sofra hazırlığını falan yaptı. Eti şişe geçirme bölümündeydik iki arkadaşla. Daha önce çok yapmıştım hani, biliyoruz yani. Hızlı bir şekilde etleri şişe geçirdik. Bayanlar da salataları halletti. Mangaldaki arkadaşlar da yavaş yavaş etleri mangala attılar. Sofra hazırlandı.
Yemekten sonra sohbete devam ettik. Birçok şey hakkında konuştuk, tartıştık. Babaanne ile konuştuk, yaylayı konuştuk, evi konuştuk, mangalı konuştuk… Manzaraya hayran kalan kişilerden biri de Buket. Kendisi de bir blog yazarı.
Hava gittikçe soğuk olmaya başlıyordu. Bayan arkadaşlar üşümeye başlayınca içeri geçelim dedik. Meğer içerde odun sobası yanıyormuş da haberimiz yokmuş. Çaylarımızı alıp odaya geçtik. İçerisi sımsıcak, dışarısı hafif soğuk, tam da sonbahar havası. Biraz mayıştık, yemek ve çaydan sonra. Bir ara sustuk, normalde susmayız hiç ama oldu işte.
Eve dönme vaktimiz yaklaşıyordu. Hafiften toparlanmaya başladık. Tam da kapıdan dışarı çıkarken babaannemiz belirdi ellerinde poşetlerle. “Elma götürün giderken” dedi. Evin hemen yanındaki bahçede elma ağacı vardı. Birkaç basamak merdiven inince hemen solda kalıyordu. Büyük büyük elmalar dallarda sallanıyordu adeta. Poşetleri doldurduk resmen.
Son bir kez manzaranın fotoğrafını çekmek istedim. Hava biraz kapalıydı ama bu hali daha da güzeldi.
Babaannemizin elini öptükten sonra yola koyulduk. Bir saatlik yolculuk başladı. Kavisli yollardan, boğazlardan geçtik. Yol boyunca yeşillik adeta yerini bozkıra bırakıyor, toprak çıplak kalıyordu.
Yorum Yok